8/ A sınıfı öğrencimiz Beyza Koyuncu bir yandan liselere giriş sınavına hazırlanırken bir yandan da edebiyatla uğraşıyor ve kısa hikayeler kaleme alıyordu. Öğrencimiz yoğun temposu arasında yazdığı hikayesi ile "Milli Mirasımız Troya" konulu hikaye yarışmasında Türkiye 3.sü olmuştur. Başarısı dolayısıyla öğrencimizi tebrik ediyoruz.
Öğrencimizin Hayatımızın Sihirli Değnekleri isimli derece alan hikayesi aşağıdadır:
İlkbahar ayları bana gezileri hatırlatıyor. Tıpkı kuşlar, böcekler ve ağaçların mutluluktan toprağın üzerinde gezmesi gibi. Bir gün akşama doğru odamda kedimle oturmuş oyun oynuyordum. Babam ve annem fısır fısır konuşuyorlardı. Sanırım babamın yine şehir dışında işi olacaktı. Hemen yerimden kalkıp kulağımı kapıya dayadım. Yanağım kapıya yapışık halde kendimi görünce kendi halime güldüm. Kedim Totoro da benimle birlikte güldü. Annem ve babam, onları dinlediğimi anlayınca toparlanıp aşağı indiler. Yavaş hareketlerle yatağıma geçtim. Bu şirin odamda en sevdiğim şey tavandaki deniz manzarasını izlemektir. Bu manzarada gemiler, balıklar, korsanlar, savaşçılar vardı. Bir ara yatağımın kenarında duran sevimli dolabımın üzerindeki tahta ata baktım. Canım dedem... Yüzüme tatlı bir gülümseme geldi. Tekrar tavandaki deniz manzarasına döndüm. Hayallere daldım bir süre sonra da uyumuşum. Çok güzel bir rüya gördüm. Hemen bunu mor günlüğüme yazmak için yatağımdan fırladım. O kadar heyecanlıydım ki sevgili günlük diye başlık atamadım bile. Hiç durmadan yazdım. Rüyamın içinde gezdim. Tekrar tekrar o güzel anları yaşadım sanki. Totoro da çok heyecanlandı ki sürekli odada koştu durdu. Size tatlı rüyamı anlatacağım.
Babam ve annem Çanakkale'ye gitmek için hazırlanıyorlardı. Rüyada babam arkeolog annem ise Tarih öğretmeniydi. Truva Antik Kentine gideceklerini konuşuyorlardı. Hemen balkona babaannemin yanına koştum. Babaanneme dedim ki:
- Babaanne, ben de Truva'ya gitmek istiyorum, n'olur ben de gideyim!
Babaannem de gülümseyip saçlarımı okşadı. Sonra gözlerini kısıp başını salladı. Meğer gizli bir sandığı varmış. Onun içinde de sihirli bir değneği varmış. Babaannem bana balkonda dönüp:
- Benim akıllı prensesim! Hiiiç merak etme seni sihirli değneğimle küçültüp o arabaya koyacağım. Truva'ya yaklaşınca eski haline döneceksin. Dedi.
Bunu duyunca Allah'ım nasıl mutlu oldum. Sevinçten çığlık attım. Babaannemle gülüştük. Hadi hemen başlayalım, dedi yoksa geç kalacağız, dedi. Babaannemin odasına gittik. Gizli sandığını dolabın arkasından çıkardı. Sandığın tozunu aldı ve açtı. Aman Yarabbi! Pembe ve beyaz bir ışık gözlerimizi kamaştırdı. Sihirli bir değneği varmış gerçekten babaannemin. Hemen çıkardı sihirli değneği ve beni küçülttü. Kedim Totoro'dan da küçüldüm. Ay ne güzel, şirinler gibi oldum, dedim. Hemen beni yeleğinin cebine sakladı. Artık babaannem ve ebeveynlerim arasında bir savaş başlamıştı. Babaannem, babamları uğurlamak için aşağı indi. Ben de onun şefkatli avucunda, yeleğinin cebinde hoplaya hoplaya aşağı indim. Küçük hayvanları düşündüm bir an. Biz de aslında bu dünyada küçücüğüz. Babaannem arabanın bagajına doğru gidip bir şey eksik mi acaba havası katarak arabanın arka kapısına doğru geldi. Babam o sırada yan kapıyı açıp bir şey bırakacaktı. Babaannem yardım etmek için kapıyı açık tuttu. Ama aslında beni buradan gizlice içeri bırakacaktı. Öyle de yaptı. Hemen koltuğun üzerinde koşup emniyet kemerinin olduğu yere saklandım. Aman Allah'ım ne kadar büyükmüş bu koltuklar. Simsiyah, düz ve dik dağlar. Korktum biraz. Artık yola çıkma vakti gelmişti. Babam son defa her şeyi kontrol etti ve arabayı çalıştırdı. Uzun bir yolculuk başladı artık. Küçücük olduğum için hiçbir şey göremedim ama önceki gezilerimizden hatırladığım bazı şeyler var. Denizi ve dağları geçerdik. Büyük yollardan küçük köy yollarına sonra tekrar büyük yollardan gideceğimiz yere devam ederdik. Arabanın arkasında bazen annemin dizinde uyurdum. Saçlarımı okşardı. Şimdi burada saklanmış sadece arabanın koltuklarını ve kapısını görüyorum. Babam iş gezilerinden sadece birkaçına götürdü beni. Sadece ne yaptığını öğrenmem için götürmüştü. Bazen annem de gelirdi bizimle. Birlikte giderdik. Bu sefer beni götürmek istemediler nedense. Ama ben çok seviyorum Truva'yı. O muhteşem devasa atı gördükçe çok heyecanlanıyorum. Eskiden büyük insanlar varmış diyorlar. Çok büyük insanlar. Belki de büyük bir insan böyle bir ata bindi ve buraya geldi. Nihayet yol bitmişti artık. Truva'ya gelmiştik. Birden büyümeye başladım. Babam ve annem beni arkada görünce şok oldular. Korktular da biraz. Ben ise babaanneme teşekkür ediyordum kısık sesle. Annem gülüp durumu kurtardı:
- Bey, bak, kızımız da tıpkı Truva savaşındaki gibi bizi mağlup edip buralara kadar gelerek savaşı kazandı. Dedi.
Babam önce yüzü ifadesiz bana baktı. Kızacak dedim içimden. Ama sonra o da gülmeye başladı. Hepimiz beraber güldük. Babam, kızım bu arabada senin atın oldu, dedi. Acaba arabamızın adını Truva mı koysak? Dedi. Büyüdüğüm için artık, denizi, insanları ve o eşsiz güzellikleri görmeye başladım. Babam, bizi Gelibolu'daki babaannemin akrabasının köyüne bıraktı. Sonra işe gitmek üzere hazırlandı ve gitti. Burada sanki sürekli serin bir sudaymışım gibi hissediyordum. Ama bu serin suların içinde mayınları görmeye başladım. Bir anda kendimi Çanakkale Savaşının ortasında buldum sanki. Burada köy evinde, önümüzde zeytinyağına bakarken savaşı ve zaferi hatırladım. Bizim savaşımız da tıpkı Truva gibiydi. Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesi de bir Truva atı zaferi gibi değil midir? Bir iki gün sonra annem de işi için merkeze indi. Ben, onları günlerce bekledim köyde. Tuhaf bir şeyler oldu sanırım. Rüya gördüğüm için de olabilir. Rüyalarda her şey düzenli ve gerçek olmaz ki. Bir anda her şey değişebilirdi. Tek başıma beni burada bıraktılar diye düşünerek kendimi yollara vurdum. Köyden şehre indim. Düşündüm de Truva'ya gidersem her şey düzelecekti. Karar verdim Truva'ya gidecektim. Bütün engelleri aşarak vardım artık Truva'ya. Aman Allah'ım neler gördüm öyle. Askerler çıkmaya başladı atın içinden. Önce korkup saklandım bir yerlere. Komik bir şeyler oldu bir anda. Babaannemi gördüm. Askerler ona yardım ediyordu attan çıkması için. Ona doğru koşmaya başladım. Yaklaşmıştım artık. Tam atın altına gelip babaanneme sarılacaktım ki bir anda başka bir kadına dönüştü babaannem. Öylece kaldım. Kılıç ve insan sesleri arasında çevremde her şey buğulandı ve uyandım.
Uyandıktan sonra günlüğe yazmıştım bu gördüğüm rüyayı. Aşağıya indim kahvaltı yapmak için. Ne babam arkeolog ne de annem tarih öğretmeniydi. Üstelik babaannemin de sihirli bir değneği yoktu. Sıradan bir günün kahvaltısı işte. Ne güzel! İyi ki hayaller var. İyi ki rüyalar var.
Beyza Koyuncu
8A Sınıfı Öğrencisi