Okulumuzun her yıl düzenlediği, farklı kültürlerle tanışmamıza olanak sağlayan yurt dışı gezilerimizin bu yılki durağı, Rönesans'ın ve bilhassa akıl çağının merkezi İtalya oldu.
MİLANO
Yolculuğumuza başlamak için Sabiha Gökçen Havaalanı'nda buluştuk ve 11:30 uçağımız ile Milano-Bergamo Havaalanı'na ulaştık. Gezimizin ilk durağı, 15. yy Milano'sunu çevreleyen surların bulunduğu Centro Storico'ydu. O dönemde İtalya'ya hükmeden Medici ailesinin yaptırdığı Sforzesco Kalesi'ni gezdik. Buradaki tarihi dokuların, duvarlardaki işlemelerin, gerektiği kadar korunamadığını söylüyor rehberimiz. İtalya'ya hükmeden bir başka ailenin kale içerisine yaptırdığı, ev denemeyecek kadar büyük, evlerini de gördükten sonra güzel havanın tadını çıkaran İtalyanlar'ın bulunduğu Sempione Parkı'nda ufak bir mola veriyoruz. Ardından dünyadaki ilk alışveriş merkezinin bulunduğu Montenapoleone'ye yürüyerek ulaşıyoruz. Bu alışveriş merkezine de İtalya'nın birçok yerinde olduğu gibi soluk, tarihi renkler hakim. Üzerimizi kubbe gibi saran camlar Montenapoleone'nin en belirgin özelliği. Alışveriş merkezinin ortasında bulunan yuvarlak, küçük bir oyuk dikkatimizi çekiyor. Bu küçük oyuğa topuğunuzu yerleştirip tek seferde dönerseniz Milano'ya bir kez daha gelme şansı kazanıyorsunuz. Grubumuzdan birkaç kişi bunu denese de başarılı olamıyor.
İtalya'nın insanları, dar sokakları ve etrafımızı saran kalabalık Türkiye'de gibi hissetmemize neden oluyor. İstiklal Caddesi'ni andıran, ünlü markaların mağazalarıyla dolu bu alışveriş merkezinden sonra, İtalya'ya giden herkesin fotoğraflarını süsleyen Milano Katedrali'ne ulaşıyoruz. Rehberimiz burayı Barcelona Katedrali'ne benzetiyor. Tıpkı orası gibi buranın da yapımı hâlâ sürüyor. Eğer inşaatı biterse, bu katedralin dünya malı olacağını düşünüyorlar. Milano Katedrali'nde rehberimiz, bize serbest zaman veriyor. Ardından otelimize yerleşmek için buradan ayrılıyoruz.
VENEDİK
İkinci günkü durağımız su kanalları ile ün salmış şehir: Venedik. 3 saatlik yolculuğumuz sonucu Isola del Tronchetto'ya ulaştık ve oradan bota binerek Venedik'e gelmiş olduk. Venedik, küçük kara parçalarının köprüler ile birleşmesinden doğan bir şehir. Ducale Sarayı ve San Marco Meydanı'nı rehberimiz bize dolaştırıyor. Ducale Sarayı'nın kolonlarındaki kabartmalarda ve sarayın girişindeki resimlerde sarıklı adamlara rastlıyoruz. Bir zamanlar Osmanlı'nın buralara ulaştığını anımsamak, ecdadımız ile tekrar gurur duymama neden oluyor. Ve buraya turist olarak değil de kendi vatanımın topraklarına ayak basan biri olarak gelme ihtimalimi düşünmek içimi biraz burkuyor.
Kara parçalarını birbirine bağlayan birçok köprüyü geçip Venedik'in manzarasını görebileceğimiz en iyi yere, Büyük Kanal'a ulaşıyoruz. Burada bol bol fotoğraf çekindikten sonra rehberimiz bizi yemek yemek için bir yere götürüyor. Meşhur İtalyan pizzası ve makarnasını da deneyimledikten sonra hediyelik eşyalara bakmak için gruptan ayrılıyoruz. Ardından isteyenler, Venedik fotoğraflarını süsleyen su kanallarında gondol ile gezmeye çıkıyor. Dar kanalları çevreleyen tarihi yapılar ve bu yapıların, suları süsleyen siluetleri bizi kendisine hayran bırakıyor.
FLORANSA
Üçüncü gün, Maranello'daki Ferrari Müzesi'ni ziyaret ediyoruz. Bazı arkadaşlarımız Ferrariler ile deneme sürüşüne katılıyor. Ardından ismini İtalyanca'da çiçek manasına gelen "fiora" kelimesinden alan şehre, Floransa'ya ulaşıyoruz. Neşeli rehberimiz bizi Santa Maria Del Fiore'de (Floransa Katedrali), Floransa/Duomo, Vipera, Carro'da gezdiriyor. Belediye binasının ve dünya üzerinde en çok heykelin bulunduğu meydana gittiğimizde rehberimiz ''Şu anda tam bir politik propagandanın merkezindeyiz.'' diyor ve başlıyor her heykelin anlamını anlatmaya. Burada bu kadar çok heykelin bulunmasının nedeni Medici Ailesi'nin tıpkı diğer soylu aileler gibi sürgüne uğraması ve bunun üzerine insanlara mesaj olarak bu heykelleri yaptırmalarıymış. Her heykel, ''düşmanın üzerinde zafer'' mesajını içeriyor. Floransa turumuzu bitirdikten sonra Pisa Kulesi'ne gitmek için yola çıkıyoruz. Akşam geç saatlerde buraya ulaşmak ve karanlıkta burada fotoğraf çekinmek bizler için farklı bir tecrübe oluyor.
ROMA
İtalya'ya gelip başkentine uğramadan gitmek tabii ki olmazdı. Floransa'daki otelemizden çıkış yaptıkta sonra yaklaşık beş saatlik otobüs yolculuğumuzun ardından ulaşabildik Roma'ya. Rehberimiz, gezinin başından beri Roma'da ne kadar yorulacağımızı dillendirdiğinden kendimizi yorulmaya hazırlamıştık. Otobüsümüz, şehir merkezine giremeyeceği için şoförümüz, bizi şehir merkezine yakın bir yere bıraktı. Roma'nın içinde ayrı bir ülke olan, dünyanın en küçük ülkelerinden birine, Vatikan'a yürüyerek ulaştık. Hıristiyanlar, Vatikan'ı ziyaret ettiklerinde hacı sayılıyorlarmış. Papa, ertesi gün (her Çarşamba) burada vaaz vereceğinden normale göre biraz daha kalablıktı; dışarıya, oturma yerleri ve papayı izlemek için dev ekranlar kuruluyordu.
San Pietro Meydanı'nı arkamızda bırakıp tarihi Roma sokaklarında ilerleyerek Sant Angelo Kalesi'ne ulaşıyoruz. Bu kale, Cem Sultan'ın mahkum edildiği yer. Ayrıca papanın güvenliğinde, tehlike söz konusu olduğunda Vatikan'a ulaşması için burada gizli bir yol var. Kalenin devamındaki köprüde rehberimiz bize bilgi veriyor ve dondurma alıp küçük bir mola veriyoruz. Ardından MS 1'de yapılmış Panteon Tapınak'ına giriyoruz. Burası diğer tüm yapıtlardan daha eski olduğundan hemen gözümüze çarpıyor. İçeride Hıristiyanlık'a dair izlerin bulunması bize ''Hani burası tapınaktı?'' dedirtse de rehberimizden öğreniyoruz ki, burası 609'da yılında kiliseye çevrilmiş. Aşk Çeşmesi'ne ve İspanyol Merdivenleri'ne (İspanya Konsolosluğu'nun orada olduğu için ismi İspanyol Merdivenleri.) de uğradıktan sonra rerhberimiz ile olan zamanımızı noktalıyoruz.
POMPEİİ-NAPOLİ
Pompeii ve Napoli, diğer İtalya şehirlerindeki modernitenin aksine harabe bir yapıya sahip. Bu şehirlerde külüstür arabalara ve binaların arasına gerilmiş çamaşır iplerine rastlayabilirsiniz. Öyle ki, Napoliler kendilerine ''Ben İtalyanım.'' yerine ''Ben, Napoliliyim.'' diyorlarmış. Bu iki şehirde de mafyalar ve serseri tipler oldukça hakim. Bizim Napoli'ye gelme amacımız MÖ 79'da Vezüv Yanardağı'nın patlamasıyla harabeye dönmüş Pompeii'yi ziyaret etmek. Pomepii, bir açık hava müzesi. Şehre girmeden önce özel cam alanlarda muhafaza edilen taşlaşmış insanları görüyoruz. Küçücük bir bebekten, yaşlı bir adama kadar... Düşünsenize, günlük işerinizle uğraşıyorsunuz, aniden bir patlama... Patlamayı duyduğunuz anki halinizle yüzyıllarca bir yerde kalıyorsunuz.
Antik tiyatroyu, zengin kesimin bahçelerini, evleri, üstün fikirler ile yapılmış hamamları, o dönemki lokantaları tek tek geziyoruz. Yürüdüğümüz yollar derme çatma. Çünkü şehrin yapısına hiç dokunulmamış. At arabalarının izlerini bile görebiliyoruz. Sıcak havada oldukça yorularak yaptığımız uzun Pompeii turumuz ile İtalya gezimizi noktalyoruz.
Umarım hiçbirimiz İtalya'dan, İtalya'ya geldiğimiz gibi ayrılmamışızdır.